Hücre büyük bir şehir gibidir. Düzinelerce enerji santraline, ulaştırma sistemine ve gayet karışık kendi içinde düzene sahiptir. Ham maddeleri ithal eder, mal üretir, çöp toplama ve temizleme sistemlerini çalıştırır. Sert bir diktatörlükle idare edilen sınırlarını istenmeyen maddelere karşı koruyan bir hükumete benzer.

İyi bir mikroskopla hücreyi görebilir, süper mikroskopla da hücrede olanları izleyebilirsiniz. Vücutta 60 trilyon civarı hücre bulunur. Çoğunlukla yaşamın esas elemanıdır aslında yaşantının kendisini oluştururlar.

Bütün hücreleri temsil edecek tipik bir hücre yoktur. Hücreler şekil ve fonksiyon bakımından bir zürafa ve fare arasındaki değişiklik kadar fark gösterebilirler. Birçok çeşit boyda olurlar. En büyük hücre deve kuşu yumurtasıdır. En küçük hücrelerden 1 milyonuysa bir iğnenin tepesine rahatça oturabilir. Şekil olarak tabak gibi yuvarlak, çubuk ve küre şeklinde hücreler vardır.

Vücudun yaptığı her işte vardırlar. Bir bavul kaldırıldığında işi kolumuz yapıyor gözükse de aslında asıl işi yapan gözle görülmeyen kas hücreleridir. Hangi kravatı takmayı düşünen beyin de olsa aslında asıl işi yapan beyin hücreleridir. Tıraş olurken de gerekli tüm operasyon sinir ve kas hücreleri tarafından yürütülür. Tıraş sırasında yüzden temizlenen tüm kıllarda başka bir hücre tarafından üretilmiştir.

Gözde bulunan bir çubuk hücre incelenecek olursa görevi, zayıf ışıkları almak ve bunu bir elektrik sinyaline çevirerek beyine iletmektir.  Yeteri kadar sinyal ulaştığında nesne görünür.

250 milyon çubuk hücreden her birisi ışık yakalayan 30 milyon pigmentli moleküle sahip olduğu için doğal olarak fazla enerji kullanırlar. Bu enerjiyi üretmek için sosis şeklinde olan binlercesi bulunan elektrik santrali diye bilinen mitokondri ye sahiptir. Bunlar yakıt olarak şekeri yakar, bundan elektrik üretirler artık olarak da su ve karbondioksit meydana çıkarırlar. Bu kimyasal işlemde kısa adı ATP olan adenozin trifosfat adında bir madde üretilir. Bu madde deniz yosunundan midyesine ondan da insana kadar her türlü canlı için gerekli genel güç kaynağını oluşturur.

Kalbin atması, nefes almak için göğsün şişmesi, bir gözü kırpmak gibi eylemlerde enerjiye ihtiyaç varsa ATP daha basit maddelere parçalanır ve bu parçalanma sırasında da kuvvet üretir. Yaşam boyunca bu enerji ve ATP oluşumu sürer gider. Uyku sırasında dahi birçok faaliyet devam etmektedir. Hücresel fırınlar yanarak vücudu sıcak tutmaya çalışırlar. Rüya görmek için beyin hücreleri elektrik verir. Kalp hücreleri atarak kanın akışını sağlar. ATP’nin parçalanması ve tekrar üretilmesi yaşam boyunca devam eder.

Kırmızı kan hücreleri (alyuvar veya eritrosit) hariç bütün hücrelerde mitokondri vardır. Bunlar üretilmedikleri ve kan dolaşımı içerisinde sürüklendikleri için güce ihtiyaçları yoktur.

Hücreler içinde en dikkat çekenlerinden biri dişi yumurtadır. Bir kez tohumlandıktan sonra bu tek hücre tekrar tekrar bölünerek çoğalır ve en sonunda bir bebeğe yetecek sayıya yani 2 trilyon hücre sayısına ulaşır. Burada şaşılacak mesele bir yumurtayı oluşturan hücrelerin bu kadar yüksek sayıya ulaşmasından ziyade bir tek tohumlanmış hücre içerisine bu kadar bilginin depolanmasıdır. Hayatın küçük bir parçası olan bu yumurtada bir de çok karmaşık olan bir kimya fabrikasının yani karaciğerin bir kopyası bulunmaktadır. Bu saç renginin, ten renginin ve vücut büyüklüğünün kodlandırılmış bilgilerini depo eder. Küçük parmağın büyümesinin ne zaman duracağının bilgisi dahi vardır. Vücudun hangi hastalıklara duyarlı olacağı veya dış görünüşün nasıl olacağı da burada saklıdır.

Hemen hemen aynı boyda olan böyle bir küçük bir yumurtadan DNA yani deoksiribonükleik asit sayesinde bir balina veya bir tavşan olmaktadır. Bütün hücrelerin diktatörü olan DNA, hücresel unsurların nasıl davranacaklarını ne üreteceklerini nelerden sakınacaklarını bildirir.

DNA kendisi yapıyı yapmaz, bu görevi RNA olarak bilineen ribonükleik aside devreder. Bütün bilgiler moleküller halinde birbirine kenetlenmiş DNA spiralleri üzerine basılmıştır. Haberci RNA, DNA spiralleri üzerinde döne döne çıkmak suretiyle istenen modelin kopyasını alır. Sonra istenen RNA’nın başka bir şekline yani geçici RNA’ya geçirir. Sonuncusu kendine verilen talimata göre, büyük ihtimalle vücuttaki yüzlerce proteini üretmeye başlar. Böylece proteinin yapıldığı yirmi küsur aminoasidi alır. Bunları boncuk gibi özel sıralar halinde birbirine bağlayarak dizer. Sonuç kalp için bir atar kas olabileceği gibi yürüyüşü sağlayan bir bacak kası veya DNA’nın emrettiği başka bir hücre olabilir.

Hücresel parçalanma yaşam boyunca devam eder. Her saniye milyonlarca hücre ölür ve her bir hücre ikiye bölünmek suretiyle milyonlarca hücrenin tam iki katı yeniden doğar. Birer erzak deposu olan yağ hücreleri yavaş ürerler. Cilt hücreleriyse her 10 saatte bir ürerler. Bu konuda dikkate değer bir istisna beyin hücrelerinde bulunur. Beyin hücreleri çoğalmazlar bu sebepten doğumda sayıları en çoktur zamanla yıpranmak, hasara uğramak sonucu birçoğu ölür. Başlangıçta beyin hücreleri o kadar çoktur ki ölenlerin farkına varılmaz.

Hücreler 600 kadar çeşitte çok ilginç enzimler üretirler. RNA denen baş kimyacılar kolaylıkla ve hızlı şekilde proteinler üretir. Örneğin balıktan protein alınır, bu parçalara ayrılır ve aminoasitler halinde yeniden düzenleyerek vücut için lazım olan proteinler için hazırlık yapar. Hücresel enzimler karmaşık hormonlar ve hastalıklarla savaşan antikorlar üretirler.

Hücrelerin iç yapıları kadar dış yapıları da dikkate değerdir.  Hücre zarının kalınlığı sadece 1 milimetrenin milyonda biri kadardır. Hücrenin en önemli parçalarından biridir. Bir güvenlik görevlisi gibi çalışan hücre zarı nelerin içeri gireceğine ve nelerin dışarıda bırakılacağının kararını verir. Tuz, organik maddeler, su ve diğer maddelerin dengesini korumak amacıyla hücrenin iç dünyasını kontrol altında bulundurur. Yaşantı kesin olarak bu kontrollere bağlıdır.

Protein üretimi için ne gibi ham maddeye ihtiyaç varsa, hücre zarı bunlardan içe yarayanı içeri bırakır, ötekileri dışarıda bırakır. Bu olay çok karmaşık bir tanıma sistemiyle yapılır.

Her hücre zarı diğer hücre zarları tarafından bilinen bir çeşit kart taşır. Herhangi bir yabancı veya istilacı bağımsız hücrelerce savuşturulur. Yabancı hücrelere karşı tolerans gösterilseydi işler karışırdı. Bir saç hücresi göze geldiğinde gözden saç çıkardı veya göz kapaklarında karaciğer hücreleri ürerdi.

Başka hücrelerle iletişim kurmak için hücre zarında bir muhabere sistemi vardır. Bu sistem çalışmasında enzimlerin rolü vardır. Bir kalbi çıkarıp hücrelere ayırdığınızda hücreler bireysel olarak rastgele atmaya devam edeceklerdir. Biraz sonra ise hepsi birden aynı tempoda çarpmaya başlayacaklardır.

Kimyasal haberciler olarak faaliyet gösteren hormonlar da muhabere sisteminin parçalarıdır. Örneğin vücuttaki kan şekeri yükselmeye başladığında pankreas derhal insülin üretmeye başlar. Bu bir hormon olup, şeker yakma hızının yükselt konutunu hücrelere verir. Kan dolaşımı da bu emri ilgili hücrelere ulaştırır. Spor yaptığımızda ise fazladan enerjiye ihtiyaç duyarız. Bu durumda tiroid hormonu hücrelere ATP üretimini hızlandır emri verir.

Hücrelerin en büyük düşmanı virüslerdir. Bu parazitlerde mitokondri bulunmadığı için kendilerine lazım olan yaşama gücünü üretemezler. Zaman zaman hücre zarını aşarak hücreden içeriye girerler. Bu sırada sahip oldukları güçle üremeye başlarlar. Bu virüsle de hücre yok olur. Buradan serbest kalan virüslerde diğer hücrelere sızmaya çalışırlar. En hafif bir enfeksiyonda bile milyonlarca hücre yok olur. Vücut savunmasını yenip hâkim olan virüslerde ölüme sebep olur.

Sayısı 60 trilyonu bulan hücrelerin her biri kendi uzmanlık alanında çalışarak görevlerini en iyi şekilde yaparlar. Sonuçta ise ahenk içinde yaşam devam eder. Bu olağanüstü hal mucizelerin belki de en büyüğüdür.

J. D. Ratcliff

Yazar Hakkında

admin