20. yüzyıl bilim insanlarının belli alanlarda kendilerini yetiştirdiği, çoğu kez alanı dışına ilgi duymayan “bilimsel uzmanlaşma yüzyılı” idi. Uzmanlar, kendilerini, uzmanlık alanlarının en ince ayrıntısını öğrenmeye adamıştı. yüzyılda ise uzmanlar kendi alanları dışındaki çalışmalara da ilgi duymaya başladılar. Bu nedenle bu yeni döneme “bilimler arası işbirliği” ya da “disiplinler arası işbirliği” adı verilmektedir. Kuşkusuz böyle bir dönemde tarihçi ya da tarihçiliğin geride kalması düşünülemez.
Bir bakıma, geçmişte yaşanılan, insanı ilgilendiren her şey tarihçiyi de ilgilendirir. Bu nedenle, tarihçi olayları değerlendirebilmek için, sadece sosyal bilimlerden değil; fen bilimlerinden de yararlanmak zorundadır. Çünkü bütün bilimler insan yaşayışı ve çevresiyle olan ilişkilerin çözümü için vardır.
Bir tarihçi için; coğrafya, jeoloji, sosyoloji, arkeoloji, filoloji, epigrafi, antropoloji ve etnoloji gibi bilimler başlıca işbirliği alanlarıdır. Fakat çoğu kez, yukarıda belirttiğimiz gibi, bilim adamlarının kendi alanlarına kapanıklığı görülür. Bazen bu içe dönüklük öylesine oluşur ki; bir bilim alanı içinde bile yan alanlarla ilgilenmek tabuya dönüşür. Böyle bir gelişmede disiplinler arası işbirliğine gidebilmek söz konusu olamaz.
Bir tarihçinin de böyle daralmaya düşmemesi için, sürekli bir şekilde sosyal ve fen bilim alanlarındaki çalışmalara duyarlı olmalıdır. Bu duyarlılık, onu çalışmalarında bu alanlardan nasıl faydalanacağı konusunda hazır tutar. Üstelik bu türden karşılıklı çalışmalar, kimi zaman yeni bilimsel yöntemlerin kullanılmasına imkân sağlar.
Kuşkusuz, tarihin en önemli kaynakları yazılı belgelerdir. Ancak bu belgeler maddi kültür kaynakları ile desteklenmesi gerekir. Yazılı belgeleri ortaya koyan insanlar, belli bir yönetimin ve şahsın kontrolünde olduğundan, çoğunlukla bağlı oldukları kişilerin sözcüleri durumundadır. Böyle bir durumda onların tarafsız olmaları beklenemez. Bu nedenle, yazılı belgelerdeki bilgilerin maddi kültür kalıntıları olan arkeolojik bulgularla desteklemek gerekir. Tarihçi, diğer bilim alanları olmaksızın yalnız başına çaresizdir. Çalışmaların objektif ve sağlıklı bir şekilde değerlendirilmesi için, diğer bilim dallarından yararlanmak gerekmektedir. Çoğu kez, eskiçağ uygarlıkları içinde yazısız dönemlerin yer alması, tarihçiyi arkeolojik materyalleri tanımaya ve kullanmaya yöneltmektedir. Ancak, bu kez de arkeologluk ve tarihçilik arasındaki ince çizgide gidip gelmektedir. Aynı şekilde, bir arkeolog ele aldığı bir eseri incelerken, tarihsel sürecine ve kültürel etkileşimine değinmek zorundadır. Bu şekilde, arkeologun tarihçiliğe bir adım atması gibi; tarihçinin de arkeolojik materyallerden faydalanması ve kullanması sırasında arkeolojik yöntemlerden faydalanması da doğaldır.
Tarih ve arkeoloji arasındaki bu sınırın coğrafya, sosyoloji, jeoloji, etnoloji ve filoloji gibi uzmanlık alanlarıyla da varlığı söz konusu edilebilir. Hiçbir bilim dalı diğerinden daha önemli ya da önemsiz değildir. Tarihi bir olayın aydınlatılması, olayın niteliğine göre değişir. Olayla ilgili verilerin toplanması ve değerlendirilmesinde, tarihçiye tarihçiliğin yanında ilgili bilim dalları desteğini sunar. Üzerinde çalışılan belgelerin niteliğine göre bilim alanlarının önceliğini ortaya çıkarır.
Bir tarihçi, komşu disiplinlerle işbirliği yapabileceği ortak bir bilgi düzeyine sahip olmalıdır. Disiplinler çalışmaları yapabilmek bakımından uzmanların kendilerine yakın disiplinleri de öğrenmesi gerekir. Aksi takdirde, farklı bilimlerin birbirinden alış veriş yapacağı hiçbir bilgi kaynağı yoktur. Bilim adamının, kendi alanıyla ilgili gelişmeleri; kitap, süreli yayın, konferans, panel ve konferans gibi faaliyetlerle izlemesinin yanında; diğer bilim alanlarındaki gelişmeleri de izlemek zorundadır. Çağın gerekleri içinde sürdürülemeyen çalışmalar, bilimsel çalışmalara yön vermekten uzak olacaktır.
Bilimsel çalışmalarda, uzmanlık alanına ait yöntemlerin kurallarına bağlılık esastır. Bu bağlılık olmadığında yapılacak çalışmalar, bilimin dışındaki farklı amaçların hizmetine girecektir. Yapılan çalışmaların topluma yön verecek faydalı çalışmalar olması düşünülüyorsa, çağdaş gelişmelere ayak uydurmak zorundadır.
Tarihle ilişki içinde olan bazı bilimlere burada kısaca göz atalım:
COĞRAFYA: Tarihçi, olayın geçtiği yerin fizikî ve beşeri özelliklerini coğrafya biliminin yöntemlerinden ve verilerinden öğrenir. L.N. Gumilev’in “Coğrafya bilmeyen tarihçi tökezler” sözü, coğrafya bilmenin bir tarihçi için ne kadar önemli olduğuna işaret etmektedir. Tarih ve coğrafya bilimlerinden doğan “Tarihî Coğrafya” kolu; bir coğrafya üzerinde tarihin nasıl şekillendiği konusunda yardımcı olur. Siyasi coğrafya ve jeopolitik bilimleri bu şekilde iki bilim kolunun birleşmesinden meydana gelmiş ve konuları tarihi coğrafyaya oldukça yakındır. Uygarlıkların oluşmasında, insanın yaşadığı coğrafi mekânın rolü büyüktür. Ancak coğrafi koşullar tek başına bir uygarlık için yeterli değildir. Doğa insanlar üzerine insanların ondan alabildiğince etki yapar. Bu nedenle bir coğrafya üzerinde yaşayanların zekâsı ve yetenekleri de önemlidir. Bütün bunların ortak sistematiğini inceleyen bilim alanı da jeopoltiktir.
ARKEOLOJİ (Kazı Bilimi): Toprağın ve suyun altında kalmış olan eserleri ortaya çıkarır. Arkeoloji, eski yaşantıların bıraktığı maddi belgelerin, bir sistem içinde bulunması ve özelliklerinin belgelenmesi, bakımından tarihe yardıma olur. 19. yy.ın sonlarına kadar sadece yazılı ve sözlü belgelere bağlı kalan tarihçilikte, 20. yy.ın başlarıyla birlikte arkeolojik kaynaklara da önem verildi. 19. yy.da hazine ve kıymetli eşya arayışı şeklinde gelişen arkeoloji biliminin konusu, 20. yy.ın başlarında saray, tapınak, tiyatro ve kale gibi anıtsal yapılarla ilgiliydi. Bu dönem Eskiçağ tarihçiliği de; daha çok filolojik ve epigrafik belgeleri öne çıkaran bir anlayış içindeydi. Fakat 20. yy.ın ortalarından itibaren insanın yaşadığı çevreyle ilgili her türlü kullandığı eşyaların ve yediği içtiği yiyeceklerin artığı arkeolojinin ve dolayısıyla tarihin konusuna girmeye başladı.
20. yy.ın ortalarında tarihleme için yazılı belgelerin yanında maddi materyallerin; yapıldığı dönemleri yansıtan biçemlerinden faydalanılmaya başlandı. Özellikle, toprak üzerinde binlerce yıl bozulmadan kalabilen çanak çömleklerin yapım teknikleri, biçemleri, bezemeleri ve boyama yöntemleri kültürleri tanıma ve tarihlemede kullanılmaktadır. Fakat bununla birlikte organik kalıntılar üzerindeki kimyasal analizler de tarihleme için sağlıklı sonuçlar almada kullanılan yöntemlerin başında gelmektedir.
ARKEOMETRİ: Fen ve sosyal bilimlerin işbirliği yaptığı önemli bilim alanlarından biridir. Radyokarbon (C-14) ve Dentrokronoloji gibi tarihsel eşyaların yaşını saptamakta yardımcı olan bilim dalları Arkeometri içinde belli başlı dallardır. 1950’lerin ortalarında, Radyokarbon (C-14) tarihleme yönteminin kullanılmaya başlaması, bu tür çalışmalara büyük bir ivme kazandırmıştır. Atom bilimcilerin de arkeologlara son derece faydalı katkıları olmuştur. Organik kalıntıların karbon örnekleri üzerindeki radyoaktivite ölçülerek yaklaşık yaşları tespit edilmektedir. Bu yöntemle deniz hayvanları, kabuklar ve mumyaların saçlarına varıncaya kadar birçok örnek ölçülmektedir.
Son yıllarda arkeometri alanında, DNA mühendisliği, Tıp, Biyoloji, Kimya ve Nükleer Fizik gibi bilimler de etkin çalışmalar yapmaktadır.
KRONOLOJİ (Takvim Bilgisi): Tarihi olayların zamanlarını belirleyip, oluş sırasını düzenler. Tarih biliminin ihtiyaç duyduğu en önemli bilgilerden biri de zaman bilgisidir. Zamanı bilinmeyen olaylar tarihi bilgi olmaktan çıkar. Zamanı, günlere, aylara, yıllara bölme yöntemine takvim adı verilir. Olayları ele alan kişiye göre uzaklığına mutlak (salt) kronoloji; olayların kendi arasındaki mukayesesine nispi (göreli) kronoloji denir.
Geçmiş uygarlıklarda, toplumların bulundukları farklı coğrafya ve zamanın da etkisiyle, değişik zaman ölçme yöntemleri kullanılmıştır. Bazı uygarlıklar zaman ölçümünde güneşin hareketini; bazıları da ayın hareketini esas almıştır.
Güneşi kullananlar, dünyanın güneş etrafında bir tam dönüşünü esas almışlardır. Bu esasa göre yıl 365 gün 6 saattir. Bu tür takvimlere “Güneş Takvimi” denilmiştir. Ayı kullananlar ise, ayın dünya etrafında 12 kez dönmesini (12 x 29. 5 = 354) esas almışlardır. Bu şekilde oluşturulan takvimlere de “Ay Takvimi” denilmiştir.
Tarihte ilk güneş takvimini Mısırlıların kullandığı, ilk ay takvimini ise Sumerlerin kullandığı sanılmaktadır. Her toplum kendi takvimini oluştururken, kendileri için önemli saydıkları bir günü başlangıç olarak kullanmışlardır. Antik Yunanlılarda Olimpiyatlar, Romalılarda Roma’nın kuruluşu, Hıristiyanlarda Hz. İsa’nın doğumu, Müslümanlarda Hz. Muhammed’in Hicreti gibi.
Bugün kullandığımız güneş sistemine dayalı takvim, ilk kez Mısırlılar tarafından bulunmuştur. Bu takvimi Roma diktatörü Julius Caesar değişikliklerle Romalılara kazandırmıştır. Daha sonra 1582’de, Papa 13. Gregoryan kullandığımız takvime son şeklini vermiştir.
FELSEFE: Doğru ve bilinçli düşünmeyi sağlar. Olaylar arasında bağlantı kurulmasını kolaylaştırır. Özellikle, Tarih Felsefesi dünya görüşlerinden faydalanılmasını ve düşünceler arası ilişkilerin kıyaslanmasına yardımcı olur.
FİLOLOJİ (Dil Bilimi): Dilleri ve diller arasındaki ilişkileri inceler.
PALEOGRAFYA: Eski yazıların okunmasını sağlayan bilim dalıdır. Sümer Çivi yazısı, Mısır, Çin ve Hint Hiyeroglifleri, Göktürk Runik yazıları gibi yazı çeşitlerinin yanında günümüze kadar kullanılan Grekçe, Latince, Arapça ve Osmanlıca gibi yazıların okunması ve özelliklerini inceler.
EPİGRAFYA ( Yazıt Bilimi): Taş, mermer, çanak-çömlek, metal ve ahşap gibi sert cisimler üzerine yazılan yazıların bilimsel olarak okunup incelenmesidir.
Epigrafi çalışmalarında transkripsiyon (aktarma) bilgilerinin yanında yazıtları resimleme, kopyalama tekniklerini bilmek gerekir.
1931 yılında Leiden’de toplanan uluslararası bir kongrede Epigrafi ve Papiroloji bilimlerinde kullanılan işaret ve semboller üzerinde bir birlik sağlanmıştır.
Bu bilim aynı zamanda paleografya, filoloji ve bilinmeyen yazıların okunması kriptografi ile yakından bağlantılıdır.
PAPİROLOJİ (Kâğıt Tanıma Bilimi): Kâğıdın türlerini tanıyarak belgelerin zamanını tanımaya yarar.
METROLOJİ (Ölçü ve Tartı Bilimi): Ölçü ve tartıların tarih içinde ve günümüzdeki tartılar ve ölçülerle kıyaslamasını sağlayan bilim dalıdır.
SOSYOLOJİ (Toplum Bilimi): Sosyoloji, insanların birbiriyle ilişkilerinin, bilimsel açıdan incelenmesidir. Sosyoloji, sosyal olgulara ilişkin güvenilir bilgi sağlayarak, toplumların daha iyi koşullara ulaşmasını amaçlar.
ANTROPOLOJİ (İnsan Bilimi): Antropoloji bir tabiat bilimidir. İnsan ırkları ile ilgili çalışmalar yapar. Fizikî antropoloji insanların fiziksel gelişimini ele alırken, paleoantropoloji dalı insan iskeletlerinden yola çıkarak ilk insan ırklarını inceler.

Nümizmatik Bilimi
ETNOLOJİ (Budun, Kavim Bilimi): Toplumların örf, adet ve gelenek gibi yaşayışlarının geçmişteki kökenlerini inceler. Etnoloji, birçok toplumu bir arada kıyaslamalı olarak çalışır.
Etnoloji, sosyolojinin yanında, en genç bilim kollarından biridir. 19. yy. da antropoloji ile bir tutulmuştur. Her iki bilim dalının alanlarında farklılaşma görülünce; biri “Anthropologie phsique” (fiziki antropoloji) ve diğeri de “Anthropologie culturelle” (etnoloji) olarak adlandırılmaya başlanmıştır.
Etnoloji üniversitelerde bilim kolu olur olmaz; kendisi de ikiye ayrılmaya başlamıştır: Etnografya ve etnoloji
Etnografya: Dünyada değişik halkların kültürünü araştırıp, betimlemeye çalışmaktadır.
Etnoloji ise kültürün nasıl meydana geldiğini, nasıl geliştiğini, hangi kültür biçimlerinin var olduğunu araştırır. Son yıllarda etnolojinin de, etnoarkeoloji ve etnobotani gibi dalları oluşmuştur.
DİPLOMATİK (Siyaset Bilimi): Toplumlar arası her türlü siyasi ilişkiler, savaşlar ve nedenleri, antlaşma metinleri, fermanlar ve beratlar bu bilim dalının kapsamı içine girer. Tarih ve siyaset bilimi arasındaki işbirliğini; Sir J.R. Seeley, “Siyaset biliminden yoksun tarih meyvesiz, tarihten yoksun siyaset bilimi köksüzdür” sözüyle ifade etmektedir.
SİCİLLOGRAFİ: Mühür Tamma Bilimi, insanlar geçmişte imza yerine mühür kullanmışlardı.
HERALDİQUE (Heraldik): Resmi belgelerdeki mühür, arma ve özel işaretlerle ilgili bilim alanıdır. Osmanlı tuğraları gibi, Antik dönemlerde de hükümdarların özel işaretleri bulunmaktaydı. Hitit hükümdarları, mühürlerinde isimlerini, çoğunlukla hem çivi yazısı ile hem de hiyeroglifle yazmışlardı.
NÜMİZMATİK (Sikke Bilimi): Eski paralarla ilgili bilim alanıdır. Uzun zaman metal paralar kullanılmıştır. Bu paraların kesilip basılmasından Arapça, kesme kökünden türeyen “sikke” adı, madeni para için kullanılmıştır. Bu nedenle, parayla ilgili bilime çoğu kez “meskûkât” denilmiştir. Ancak son zamanlarda, batı dillerinden gelen “Numizmatik” terimi daha çok kullanılmaktadır.
ONOMASTİK: Yer adlarıyla ilgili bilim dalıdır.
TOPONOMİ: Yerleşme yerlerinin doğal yapısı ile ilgili bilim dalıdır.
HİDRONOMİ: Akarsu, göl ve su adlarıyla ilgili çalışan bilim alamdır.
ADROPONOMİ: Kişi adlarıyla uğraşan bilim koludur.
MİTOLOJİ: Mitos kavramı din ile karışmıştır. Sümer mitosları daha sonraki Mezopotamya mitoslarını, onlar da Anadolu’yu etkilemişlerdir. Anadolu ise Yunanistan’ı etkiledi. Antik Yunan’da mithos söylenen ve duyulan söz anlamında kullanılmıştı. Daha sonra, ölçülü ve süslü söz anlamındaki “epos” ile bir araya getirildi. Mitos’un karşısına doğru söz anlamında “logos” kullanılınca İonya’da gelişen bilim kolları mitos’u tanrı masalları olarak hor gördüler.