Terlemenin, vücut sıcaklığını düzenlemeye yardımcı olduğu bilinmektedir. Vücut yüzeyinden buharlaşan su beraberinde belirli bir miktar ısıyı da aldığı için (endotermik tepkime), terledikçe serinlenir. Peki neden vücut sıcaklığını düşürmeye gerek duyar? Çünkü bizler aslında birer protein fabrikasıyız ve proteinlerin en önemli özelliklerinden birisi de, belirli sıcaklık aralıklarının dışında yapılarının bozulması nedeniyle işlevlerini yitirmeleri. Normalde 36,5-37°C olan vücut sıcaklığımızda birkaç derecelik oynamalar görülmesi bile, belirli metabolik işlevlerin aksamasına neden olabiliyor. 40°C’ nin üzerindeki sıcaklıklar yaşamsal tehlike alarmı verirken, 41°C’ de beyin ölümü başlıyor. Vücudumuzun iç sıcaklığının 50°C’ ye ulaşması durumundaysa, kaslarda sertleşme nedeniyle ani ölüm gerçekleşiyor. Bu tehlikeleri önlemek için, vücudumuz bu hassas sıcaklık aralıklarını “kendi yöntemleriyle” korumaya çalışır. Bu yöntemlerin en başında da terleme gelir.
Ter bezleri, bu işlev için özelleşmiş olan yapılardır. Derimizin yüzeyinin hemen altında bulunan dermis tabakasına ya da deri altı yağ tabakasına gömülü olan ter bezlerinin iki tipi bulunur: ekrin ve apokrin.
Ekrin Ter Bezleri
Kendisi kokusuz olan esas ter sıvısının salgısından sorumlu ve dudaklarımızla glans penis (penisin en ucundaki bölge) dışında vücudumuzun her yerinde bulunur. En fazla bulundukları bölgelerse avuç içleri, ayak tabanları, parmak uçları ve alın bölgesidir. Deniz memelilerinde ya da bazı kürklü türlerde bulunmayan ekrin ter bezlerinin işlevi, beynimizdeki hipotalamusta bir merkezce kontrol edilen simpatik kolinerjik sinir uçlarıyla sağlanır. Vücudun iç sıcaklığını doğrudan algılayabilen hipotalamus, deri altındaki sıcaklık almaç hücrelerinden de gelen uyarıların etkisiyle terlemeyi ve diğer sıcaklık düzenleyici işlevleri kontrol eder.
Ekrin bezlerimizden salgılanan terin bileşiminde su, çeşitli tuzlar ve çözünmüş organik maddeler bulunuyor. Tuzların başında sodyum klorür (NaCI) gelmektedir. Terdeki sodyum derişimi, litrede 35-65 milimol arası değişir ve sıcak iklimlerde yaşamaya uyum göstermiş bireylerde genel olarak daha düşük değerler görülür. Terle birlikte üre, bazı yağlı maddeler ve vücudumuzun kurtulmak istediği bir kısım toksik madde de atılır. Ter içeriğinde bunların yanında 2-metilfenol ve 4-metilfenol gibi karakteristik kokulara sahip kimyasallar da yer almaktadır. Bu maddelerin terdeki erişimi, bizim burnumuzun koku almasına yeterli değildir. Sivrisinekler ve çeçe sineği gibi bazı türlerse, terdeki bu maddelerin kokusunu algılayabilmekte.
Apokrin Ter Bezleri
Eşey hormonlarının etkisi altında oluşan ve feromon adı verilen, kişiye özel kokusu olan kimyasalların salgılanmasında rol oynar. Kıl köküyle aynı yapıda olan ve ergenlikle birlikte etkinlikleri artan apokrin bezler, özellikle koltuk altlarında, göğüslerin ve cinsel organların çevresinde bulunurlar. Terleme sonucu ortaya çıkan ve hiç de hoş olmayan ağır vücut kokusunun nedeni, koltuk altı gibi nemli bölgelerde üreyen mikro organizmalardır.
Corynebacterium cinsine ait bakteriler (C tenuis ve C. xerosis), apokrin ter bezlerinin yağlı salgısını yıkarak ter kokusunun oluşmasına neden olurlar. Antiperspirantlar (terlemeyi önleyici kozmetikler), koltuk altı gibi bölgelerde ter üretimini azaltarak, bu canlıların hızlı çoğalmalarını engeller. Antiperspirantların içeriğindeki ana madde alüminyum klorür, alüminyum klorohidrat ya da alüminyum-zirkonyum bileşikleridir. Normal ürünlerin içeriğinde %10-15 oranında bulunan alüminyum bileşikleri, aşırı terleme sorunundan şikayetçi olanlar için yapılan özel antiperspirantların içeriklerinde %20’ye kadar çıkabilmekte. Deodorantlarsa, bakteriler üzerinde etki gösterir. İçeriklerine göre, ya üremelerini engeller ya da tamamen öldürür.
Ter Bezi Sayısı Hakkında
Ne kadar terlediğimiz, ter bezi sayımızla yakından ilişkilidir. Normal olarak 2 - 4 milyon arası sayıda ter beziyle doğarız ve bu bezler ergenlikle birlikte tam olarak etkin hale geçer. Genel olarak kadınlarda sayıca daha fazla ter bezi bulunmaktadır. Erkeklerin ter bezleriyse, kadınlarınkilerden daha aktiftir. Ancak tabii ki, genetik yapı, yaş, etnik köken ve beslenme alışkanlıkları gibi diğer koşullar da ter üretimi üzerinde etkilidir.
Sıcak havalarda ve kas etkinliği nedeniyle kaslar ısındığında, vücut sıcaklığını dengeleyebilmek için ter üretimi de artar. Vücudun su kaybı (dehidrasyon) belirli bir oranın üzerine çıkarsa, terleme durabilir ve bundan sonra vücut sıcaklığı hızlı bir şekilde yükselmeye başlar. Bu nedenle, terlemenin durması, ciddi bir sıcak çarpmasının ilk belirtilerinden sayılır. Sıcak yaz günlerinde gereğinden fazla su kaybetmemeye dikkat edilmelidir. Ve unutmayalım ki, su kaybının tek göstergesi susama hissi değildir. İdrar rengi, su kaybı derecesinin çok daha başarılı bir göstergesidir. Genel olarak çok koyu sarı renkli bir idrar, dehidrasyona işaret eder. Dudaklarda kuruluk ve cildin elastikiyetini ciddi biçimde yitirmiş olması da, dehidrasyonun diğer belirtileri arasındadır.
Suyun yanında, terle birlikte kaybedilen tuzların da dengesinin sağlanması gereklidir. Yaz günlerinde terledikçe, deodorantın yanında, vücudun kayıplarını tamamlayıcı içecekler bulundurmak da ihmal edilmemelidir.