Normal insanlarda aklın alamayacağı kadar çok sayıda bakteri yaşamaktadır. Yalnız sindirim sisteminde 11014 bakteri vardır, yani vücuttaki bütün hücrelerin sayısının 10 katı kadar. Derideki bak­terilerin sayısı biraz daha azdır, 1012 . Aslında bütün çok hücreli canlıların vücudunda çeşitli bakteriler barınır. Bu bakteriler türe, bireye, vücut bölgesine, iklime, beslenmeye ve yaşa bağlı olarak değişmeler gösterir. İnsan yüzünün 1 cm2‘sinde 1 milyon bakteri (koklar ve difteroid basiller) bulunur, özellikle burun deliklerinde ve dış kulak yolunda yaşarlar. Koltukaltlarının “sıcak ve nemli ormanında” cm2 başına 4,5 milyon bakteri (stafilokok, mikrokok, difteroidler) çok hoşlandıkları ter üzerinde yaşamlarını sürdürürler. Göğsün “kurak savanlarında” cmbaşına ancak 4.500, önkol “çöllerinde” ise cmbaşına 100 kadar bakteri yaşar. Yüzeydeki bu mikroplar havasız yaşayamaz (aerob bakteriler), buna karşı vücudun derinliklerinde havasız da yaşayabilen (fakültatif anaerob) veya mutlak havasız yaşamak zorunda olan (zorunlu anaerob) bakteriler vardır ve bunların sayısı yüzeyde yaşayanların 10 katı kadardır. Vücutta bakterilerin en kalabalık olduğu yer kalın bağırsaktır: dışkının 1 gramında 10 – 100 milyar bakteri yaşar (dışkı ağırlığının 1/5’i kadar). İnce bağırsakta şartlar pek uygun olmadığından bakteri sayısı azalır (107 gram), midede yeterince asit varsa az bakteri yaşar (10*/gram). Ağızda ve özellikle diş plakla­rında ise mikrop kaynaşır. Yalnız sindirim siste­minde 113 çeşit bakteri bulunmuştur, bunlar arasında bazı bakterilerin sayısı diğerlerinin 1000 katı kadardır (dominant veya hakim bakteri toplumları)

Normal kalın bağırsakta yaşayan bakterilerin % 96 – 99’u zorunlu anaerob (havasız yaşamak zorunda olan) bakterilerdir (bacteroides, Clostri­dia, anaerob lactobasil, anaerob streptokok); % 1 – 4’ü ise havayla yaşayan (aerob) bakteriler­den oluşur (koli basilleri, Proteus, Pseudomonas, enterococ, aerob lactobasil). Bağırsak bakterileri hidrojen, C02, metan, H2S… gibi gazlar. K vita­mini, amonyak meydana getirir; safra tuzlarını ve boyalarını değiştirir, yabancı ve zararlı mikropla­rın bağırsakta çoğalmasına karşı koyar. Bağırsakta henüz ad konulamamış, henüz vücut dışında üretilememiş mikropların da yaşadığı düşünülmektedir.

Bir diğer ilginç nokta şudur: vücutta hastalık yapmadan yaşayan mikroplar diğer mikroplarla aralarındaki denge bozulursa hastalık yapabilir­ler. Örneğin ağızdan antibiyotik verilmesi bağırsak bakterileri arasındaki sayı dengesini bozarak ishale yol açabilir, şöyle ki verdiğimiz antibiyotik bazı bağırsak mikroplarını yok etmekte, diğer bağırsak mikropları ise bunu fırsat bilerek çoğal­maktadır; sayısı artan bu mikroplar ishal yapmak­la kalmayıp kana geçebilir (septisemi), nadiren bu sırada bağırsakta stafilokok gibi tehlikeli mikroplar çoğalıp öldürücü bir bağırsak iltihabına yol açabilir (psödomembranöz enterokolit). Bü­tün bunlardan anlaşılmaktadır ki antibiyotikler ancak kesin ihtiyaç varsa alınmalıdır. Gripte ve soğuk algınlığında antibiyo­tikler gerekli değildir, alınmaları bu antibiyotiğe direnç kazanmış mikropların vücutta çoğalma­sına ve bazen hastalık yapmasına sebep olur. Vücut mikropları normalde yaşadıkları organın dışına çıkınca da hastalık yapabilir, buna ait pek çok örnek verilebilir: Coli, Proteus gibi bazı bağırsak bakterileri idrar yollarına yerleşirlerse iltihaba yol açarlar. Normal bağırsak bakterisi Bacteroides bağırsak delinmesi sonucu periton boşluğuna geçerse orada irinleşmeye yol açar. Ağızda sık rastlanan bir mikrop olan Streptococ­cus viridans bir diş çekimi sırasında kana karışıp romatizma veya doğuştan kusur sonucu zedelenmiş kalp kapaklarına yerleşebilir ve buralarda çok tehlikeli bir kalp içzarı iltihabına yol açar (bakteriyel endokardit). Ağzın normal mikropları açlık, yaralanma vs. gibi hallerde ağızda kangren yapabilir. Vücudun normal mikroplarının bazı faydaları da yok değildir: deri ve bağırsak bakteri­leri yabancı zararlı bakterilerin çoğalmasını bir dereceye kadar önler (bakteriyel interferans olayı), bağırsak bakterileri vücuda K vitamini sağlar ve besinlerin emilmesine yardımcı olur; vagina bakterileri glikojen’den laktik asit yaparak vagina iltihabını önler. Vücudun normal mikropları klinik tıpta rastlanan birçok durumu açıklar.

 Derideki mikropların sayısı normal bir yıkama ile azaltılamaz. Cerrahlar bu nedenle ellerini sabunla dakikalarca fırçalarlar. Fakat derinin derinliklerindeki ter ve yağ bezlerindeki mikroplar canlı kalıp hızla çoğaldığından ne kadar dikkat ederse etsin bir süre sonra cerrahın elleri yine mikroplu bir hal alır.

 Hastanın derisini tamamen mikropsuz hale getirmek olanağı olmadığından ve ameliyat yerinde derinin bütünlüğü bozulduğundan deri mikropları ameliyat yerinde iltihaba yol açabilir

 Mesaneye sokulan sondaların (ince lastik boru) kendileri mikropsuzdur, fakat mesaneden sonraki idrar yollarında normalde mikroplar yaşar. Sonda bu mikropları mesaneye itmiş olur, bu bakımdan tekrar tekrar sonda konulması mesane iltihabına (sistit) yol açar. Devamlı mesanede bırakılan sondaların etrafından bakte­riler yukarı tırmanır ve mesane iltihabına yol açar.

 Bağırsak ameliyatlarından önce ağızdan bir antibiyotik (Neomisin) verilerek bağırsakların mik­ropları azaltılır, bu sırada dışkıdaki mikrop sayısı çok azalır. Fakat 1-2 hafta sonra bağırsaktaki mikrop sayısı normalleşir, hatta normal sayıyı aşabilir, şimdi bu yeni mikropların büyük bir kısmı kullanılan antibiyotiğe karşı direnç kazan­mıştır, yani artık bu antibiyotik onları öldüremez

 İnce bağırsaktaki mikropların sayısı artarsa (kalın ve ince bağırsaklar arasında fistül, ince bağırsaktan besinlerin yavaş geçişi vs.) besinlerin ve özellikle yağların kana geçişi bozulur, çünkü bakteriler yağların emilmesini sağlayan safra tuzlarını, bozmaktadır. Bakteriler fazla B12 vita­mini kullandığından vücutta bu vitaminin eksikli­ğine bağlı bir kansızlık görülür. Bütün bunlardan sonra şimdi hatıra şu soru geliyor içi, dışı tamamen mikropsuz bir canlı yaşamaya devam edebilir mi? Hayvan deneylen bu soruya evet cevabını verdirmiştir. Fransa’da Ulusal Bilimsel Araştırmalar Merkezinden (CNRS) Dr. Sacquet Mikropsuz Hayvanlar Laboratuarı’nda ve Ulusal Agronomik Araştırmalar Enstitüsünden Raibaud ve Ducluzeau Bakterıyel Ekoloji Laboratuarında (LEM) bu konu üzerinde çalışmaktadır: deneyler fare ve sıçanlar üzerinde yapılmıştır, canlı dölyatağında iken zaten mikropsuzdur, doğduktan sonra ise polivinyl’den yapılma yumuşak, saydam ve mikropsuz çadırlarda büyütülmektedir. Bugün bir değil, birçok mikropsuz hayvan kuşağı yetişti­rilmiş bulunuyor. Mikropsuz hayvanlarda bazı enzimlerin eksikliğine bağlı olarak besinlerin metabolizması değişmiş, bağırsak duvarının yapısı bozulmuş ve davranış kusurları görülmüştür, örneğin mikropsuz (aksenik) fareler normal farelerin içtiği bazı sıvıları içmeyi reddederek susuzluktan ölmüştür. İnsanı daha da şaşırtan şudur mikropsuz tavşan yavruları kendilerine normal fare ve sıçan mikropları verilince uykulu, normal tavşan mikropları verilince saldırgan bir hal almaktadır. Mikropsuz fare yavrularına insan bağırsak mikropları verilmiş, bu mikropların fare­de insanda olduğu gibi dengeli bir şekilde çoğaldığı gözlenmiştir, kuşkusuz bu gözlem insan bağırsak mikropları üzerindeki deneyleri kolaylaştıracaktır. Mikropsuz canlı kavramının tıptaki uygulamaları başlamıştır.

MİKROPSUZ BÜYÜYEN BEBEK

1973 Kasım avında Fransa’da Antoine Beclare hastanesinde mikropsuz sezaryen gerçekleştirildi, bebek % 50 olasılıkla Doğuştan Bağışıklık Yetmezliği ile doğacaktı, böyle bebekler mikrop­larla savaşamaz. Tek tedavi bebeğe kemik iliği nakli yapılması, fakat o zamana kadar bebeği mikropsuz yaşatmak gereklidir. Annenin kar­nına mikropsuz, saydam bir çadır yapıştırıldı, bu çadır mikropsuz bir tünelle ikinci bir mikropsuz çadıra açılıyordu. Bebek karından alındı ve özel, mikropsuz bir bebek sepeti içerisinde 1 çadırdan 2 ‘sine nakledildi, bebeğin içinde yaşadığı say­dam, mikropsuz çadıra “kabarcık” (bül) denmektedir. Aynı hastanede böyle üç mikropsuz sezaryen daha yapıldı, bebeklere profesör Griscelli bakıyordu. Daha sonra yine Fransa’da dünyada ilk kez mikropsuz doğum gerçekleştiril­di. Profesör Papiernik’ in servisinde Dr. Lauvergeon ve Dr. Hajeri bağışıklık yetmezliği olması muhtemel 7 bebeği bu metodla doğurttular. Doğum sırasında bebeğin alınan tedbirlere rağmen mikrop almış olabileceği düşünüldü, bebekler “mikropsuzlaştırıldı” ve kabarcığa kon­du. Kan muayeneleri bebeklerde beklenen hastalığın bulunmadığını gösterdi, fakat şimdi bebekleri kabarcıktan çıkarmak mesele idi, çünkü deneyler mikropsuz hayvanların normal mikroplu bir çevrede çabucak öldüğünü göster­mişti. Mikropsuz bebeğe hangi mikropları verme­liydi? Şöyle bir yol izlendi, normal bir bebeğin mikropları mikropsuz bir fareye verildi, sonra bu farenin bağırsak muhtevası 1000 kere sulandırılarak mikropsuz bebeğe içirildi, bu yöntemle şimdiye kadar bütün bebeklerin kabarcıktan “çıkış” ları olaysız sağlandı.

Yazar Hakkında

admin

Leave a Comment