M.Ö. 460 yıllarında Abdera, Trakya’­nın kendi halinde, önemsiz bir kasabası idi. Dünyada kaygıya değer hiçbir şey kalmadığına ka­rar veren kasaba sakinleri düşünmekten vazgeçerek, ilgilerini tamamen iş ve ticaret alanına yöneltmiş­lerdi. İşte bu kendi hallerinden memnun ve rahat tüccar kitlesi arasında bir bilge kişi, filozof ve bilim adamı Demokritos doğdu.

Demokritos’un hayatı hakkındaki bilgilerimiz söylentilerden ibaret. M.Ö. 460 yıllarında doğduğu, bazılarına göre 90 bazılarına göre ise 110 yaşına kadar yasadığı söyleniyor.

İlk çağın en büyük tabiat araştırıcısı sayılan Demokritos’un pek çok sayıda eseri olduğu sanılmak­tadır. Ancak bunlardan sadece parçalar kalmıştır. Demokritos’un eserleri Eflâtun’unkiler ayarında önem taşır. Ayrı bir anlatım biçimi vardır. Demokritos bilgisinin çeşitliliği ve gerek Yunan, gerekse modern düşünce sistemi üzerindeki etkisinin önemiyle, beşinci yüzyılın Aristo’su olarak değerlendirilmektedir. Abdera tacirlerinin aksine, Demokritos’un mal mülk edinme gibi bir hevesi yoktu. Gerçeğe götü­ren bir belgeyi bulmayı. Pers Kralı olmaktan üstün tutarım, diyerek hayat felsefesini ortaya koymuştur.

Babası öldüğünde, Demokritos büyük bir mirasa kon­du. Fakat babasından kalan toprakları ve diğer ma­lı mülkü kardeşlerine bırakarak, kendi payına dü­şeni para olarak aldı. Bu da ona, dünyayı görüp ta­nıma isteğini tatmin etme olanağını sağladı.

Demokritos çok iyi bir eğitim görmüştü. Aslında Demokritos’un ki gibi bir deha ve kabiliyete sahip birini, yeryüzünde, hiçbir şey öğrenmekten alıkoya­mazdı. Demokritos da alabildiğine öğrendi. Öğret­menleri kim olursa olsun, eski devirlerde alışılageldiği gibi esas öğreticisi seyahatti. Gerçekten de o kadar çok seyahat etmişti ki, Demokritos şöyle söy­lemek cüretini gösteriyordu, «Yurtdaşlarım içinde en fazla seyahat eden benim bilgi ve öğrenimim herkesinkinden daha fazla, herkesten daha çok ül­ke gördüm, ayrı ayrı iklimlerde yaşadım, bilge kişileri dinledim.» Bunlar pek mütevazı sözler değildi. Fakat Demokritos bunları söylerken övünmüyordu. Sözlerinde gerçek payı büyüktü.

Demokritos bütün Yunanistan’ı, Anadolu’yu, Mısır’ı, İran’ı ve Hindistan’ı gezmişti. Gittiği ülkelerde, devlet adamları, din adamları, bilge kişiler ve halktan kişilerle karşılaştı, konuştu. Devrin bilginle­rinin konuşmalarını ve öğretilerini dinledi. Bunlar­dan da geniş ölçüde etkilendi.

Gülen Fiolozof

Demokritos uzun süren seyahatlerinden sonra tekrar yurduna döndü. Dönüşünden kısa bir süre sonra Abdera’nın vurdumduymaz tacirleri Demokritos’a «gülen filozof» adını taktılar. Demokritos’un deli olduğuna inanan kasaba halkının, Demokritos ile alay etmek için kullandıkları bir deyimdi bu. Böyle bir kanının nedeni, Demokritos’un varını yoğunu boş yere seyahatlere harcamış olması, döndükten son­ra ise «yararlı» bir iş (örneğin ticaret) tutmamış olmasıydı. Bunun yerine Demokritos, vaktini hayatla­rını bir takım mallar edinme uğruna harcayan in­sancıklara gülmekle geçiriyordu, topladıkları bu mal ve mülkü mezar kapılarından içeri sokamayacaklarını unutmuş görünen bu zavallı kişilere, bunların para kazanma hırslarına ve yaşama biçimlerine, bu konudaki ciddiyetlerine ve bencilliklerine gülüyordu. Bu kişiler, bencillikleri yüzünden ken­dilerinin evren içinde önemli birer varlık oldukla­rını sanıyorlardı. İşte buna gülüyordu ve bu insanların evren içinde önemli olduklarına inanmıyordu. Evren, pekâlâ, onlarsız da olabilirdi. Ancak Demokritos, gene de bu kişilerin tek tek hepsinin, kendi evleri için, kent için ve hattâ devlet için birer önemi olduğunu kabul ediyordu. Fakat evren içinde, yıldızlar ve gezegenler ve göklerin gör­kemi (haşmeti) karşısında ve zaman ve mekân içinde, bu kişiler ne tek tek ne de toplu halde, gü­neş ışığı içinde dans eden toz zerrecikleri kadar bile önemli değillerdi.

İşte Demokritos sonsuzluk içinde kendilerinin önemli ve büyük olduğunu sanan bu insancıkların sınırlı yaşayış biçimlerine, küçük palavralarına gülüyordu. Dini bütün, tanrılarına dürüstlük ve içtenlikle bağlı olan Abdera halkı Demokritos’a bir çılgın, bir deli gözüyle bakıyordu.

Democritos’un aklı başında (!) olan dostları, devrin büyük doktoru Hipokrat’a haber sal­dılar ve kendisine «Demokritos’un aklından biraz zo­ru olduğunu» belirttiler.

Bu mesleki ziyaret bu iki büyük insanın belki de ilk karşılaşmasıydı. Hipokrat bir deliyi te­davi etmek üzere doktor olarak gelmiş ve Demokritos’un yanından, bir dehayı saygıyla selâmlayan, Demokritos’a hayran biri olarak ayrılmıştı.

Bu iki bilge insan acaba neler konuştular, ne­lerden söz ettiler? Tıp mı? Çok muhtemeldir, çünkü Demokritos’un tıp konusunda da geniş bir bilgisi vardı ve bu konuda yazılar yazmıştı. Hipokrat’ın hiç görmediği uzak doğudan mı söz ettiler veya politi­kadan mı? Atina’nın gittikçe artan öneminden mi? Herhalde bütün bunlardan konuştular. Hipokrat, Demokritos’u görür görmez doktorluğu gerektirecek bir durum olmadı­ğını anlamıştı. Uzun konuşmalardan sonra Hipokrat Demokritos’un yanından ayrılarak, kendisini Abdera’ya çağıran kişilere gitti ve Demokritos’a olan hayranlığını belirtti. «Eğer burada delilik söz konusu ise, bunu Demokritos’da değil kendinizde ara­yın» sözleriyle kasaba halkını şaşkınlık içinde bı­raktı ve Abdera’dan ayrıldı.

Sonraki yıllar içinde, bu iki büyüğün tekrar tekrar karşılaştıkları ve mektuplaştıkları sanılıyor, ancak bunu kanıtlayacak belgeler yok.

Atomlar ve Evrenin Oluşumu

Demokritos atomculuğun kurucusudur. Felsefi­sine Elealılar’ın öğretisini çıkış noktası olarak almış­tır. Bu öğreti sunu öğretmekteydi; «Hiçbir şey yoktan var olamaz, hiçbir şey yokluğa dönüşemez.» Ancak Demokritos, varlığın tek ve hareketsiz ol­duğu fikrini reddetmiştir. Hareket ve çokluk evren içindeki olayları açıklamak için gerekil olduğuna gö­re ve mekân olmaksızın «Varlık» mümkün olama­yacağına göre varlık kadar çokluğun da mevcudi­yetinin gerekil olduğunu ileri sürmüştür. «Varlık» bütünlüktür; «Var Olamamak» ise boşluktur. Yani içinde sonsuz sayıda atomların hareket ettiği sonsuz mekân (uzay).

Demokritos, böylece, Elealılar’ın tek bir «Varlık» kavramı yerine sonsuz sayıda atomları getirmiştir. Ona göre, evren atomlardan, bir de atomlara ha­reket olanağı sağlayan boşluktan meydana gelir.

Bu atomlar ebedidirler ve görünmezler. Son derece küçüktürler. O kadar küçüktürler ki, daha ufak parçalara bölünemezler. Zaten «atom» sözcüğünün ke­lime anlamı da «bölünmeyen» demektir. Atomlar yapıca aynıdırlar; tamamen sıkışmış ve tok durum­dadırlar; daha fazla sıkıştırılamazlar; gözenekleri yoktur ve işgal ettikleri alanı tamamen doldururlar; homojendirler. Atomlar, sadece biçimleri, boşluk içindeki yerleri ve düzenlenişleri, büyüklükleri, ağır­lık ve hafiflikleri bakımından birbirlerinden ayrılır­lar. Görünen evren içindeki varlıklar bu değişik bü­yüklük ve biçimlerdeki atomlardan teşekkül etmiş­tir.

Atomlar ebedidirler, hep vardırlar denmişti. Atomlarda olabilen tek değişiklik hareket, yani yer değiştirmedir. Demokritos’a göre atomlarda ve atom­lardan meydana gelen gerçek varlıklarda renk, ses, sıcaklık, soğukluk gibi nitelikler yoktur. Renkleri görmemiz, sesleri işitmemiz, sıcaklığı hissetmemiz, tatlıyı ve acıyı tatmamız sadece bir duyu yanılma­sıdır. Duyular asıl gerçeği, yani nesnelerin artık bölünmeyen son parçalarını, yani atomları bilebilecek kadar keskin değillerdir. Atomların nitelik ba­kımından farklılıkları sadece görünüştedir. Bu ni­telikler atomların çeşitli şekliler ve bağlantılarının duyularımız üzerindeki farklı izlenimlerine bağlı ola­rak değişirler. Gerçekte var olan sadece atomlar ve boşluktur. Yani, su ve demir atomları gerçekte bir­birinin aynıdırlar; ancak su atomları pürüzsüz ve yuvarlak olduklarından birbirleri üzerine kenetlenemezler ve yuvarlanırlar; oysa demir atomları sert, sivri ve pürüzlü olduklarından birbirlerine yapışır­lar ve sert bir cisim meydana getirirler.

Bütün fenomenler aynı ebedi atomlardan yapıl­dıklarından, hiçbir şey kelimenin gerçek anlamında mevcut olamaz veya yok olamaz; bununla beraber, atomlardan teşekkül edan maddeler, artmak veya ek­silmek, var olmak veya yok olmak, başka bir de­yişle doğmak ve ölmeye mahkûmdurlar, bu, atomla­rın hareket etme özelliğindendir. Atomlar ebedi ve kendiliklerinden meydana geldikleri (yani yoktan var edilmiş olmadıkları) gibi, hareket de böyledir. Demokritos, kendinden öncekilerin akıl, sevgi, nef­ret veya başka bir nedenle açıkladıkları doğal olay­lara «gereklilik» kanunlarını getirmiştir. Ona göre, her şey sadece «mekanik» bir düzenle, yani «tesadüfe bağlı olmayan» bir düzenle açıklanabilir. Böyle bir düzende ise Tanrı kudreti veya başka bir üstün ve ilâhi kuvvetin rolü yoktur. Evrenin oluşumunu söyle açıklamıştır. Demokritos Atomlar baştan barı hareket halindedirler. Bu hareketler her yerdedir. Atomlar kendiliklerinden hareket ederler. Bazılarının hareketi yavaş, bazılarınınki ise hızlıdır. Bu onların ağırlıkları ile ilgilidir. Boşlukta çeşitli hızlarda hareket eden atomlar uzayın (mekânın) bü­yüdükçe bir yerinde karşılaşınca, burada bir yığıl­ma ve sonuç olarak da çarpışmalar olmuştur. Bu çarpışmalardan bir «çevrinti» meydana gelmiş; bu sırada birbirine benzer atomlar bir araya gelerek bir­leşmişler, cisimleri ve dünyaları oluşturmuşlardır. Demokritos içinde yaşadığımız dünyadan başka da birtakım dünyalar ve başka güneş sistemleri oldu­ğuna inanmaktaydı. Kaba ve ağır hareketli atomlar ortada toplanıp toprağı meydana getirmişler; ince ve hızlı hareket eden atomlar yukarıya doğru itilip suyu, havayı ve ateşi oluşturmuşlardır. Bu oluşum herhangi bir amaçla veya tesadüfen meydana gelme­miştir. Bu bir zorunluluk sonucudur. Yani doğa ve atomların normal, zorunlu bir gelişimidir. Böylece Demokritos, «oluş» problemine kendinden önceki­lerden ayrılan «mekanist» bir görüş getirmiştir. Ev­ren, sadece atomların çarpışmalarından ve birbirle­ri üzerindeki basınçları sonucu oluşmuştur. Evren­deki oluşa kesin bir «zorunluluk» hâkimdir. Evren­de olup bitenler zorunlu olarak meydana gelmişler­dir. Görüyoruz ki Demokritos «oluş» da tesadüf kav­ramını kesinlikle reddetmekledir. Ona göre, tesadü­fen sözünü etmemiz sadece bilgisizliğimizdendir; bir olayın nedenini bilmedik mi bunu tesadüfe bağla­rız.

Bu görüşü ile Demokritos, mekanist bir tabiat biliminin temellerini atmıştır.

Atomlar ve Ruh

Demokritos insan bedeninin yapısına da fazlaca zaman ayırmıştır. Ona göre, bedenin en soylu par­çası ruhtur. Demokritos kendi atom prensibine uy­gun olarak ruha da materyalist bir açıdan bakmış­tır. Ancak ruh ve beden arasında bir farklılığı da kabul etmiştir.

Gerçek, atomlar ve atomların hareketidir, öğ­retisini ruhu açıklarken de kullanır. Ancak ruhu meydana getiren atomlar en değerli, en güzel ve en çok hareket eden atomlardır. Algı ve düşünme gibi ruhsal olaylar, bedenimizdeki atomların en incesi, en hafifi ve en pürüzsüzü olan ateş atomlarının hareketidir. Bu da açıkça, materyalist bir yaklaşımdı. Demokritos’a göre, ruh atomları çeşitli organlarda çeşitli görevler yaparlar. Örneğin, «beyin» düşüncenin merkezi, «kalp» öfkenin ve «karaciğer» ar­zunun merkezidir.

Hayat, nefes verme sırasında kaybedilen atomların yerine yeni atomların içeri çekilmesiyle devam eder. Demokritos, uykunun belli sayıda atom eksilmesiyle meydana geldiğini söylüyor. Atomların bü­yük bir kısmı eksilirse «şuur kaybı», yani ölüme benzer bir durum oluyor. Atomların hepsinin uzak­laşması ise «ölüm» demektir. Aslında, atomlar ölmez, fakat bir insan bedeni olarak görev yapmayı durdurur ve bedeni terk ederler ve de insanın ölmezliği, atomun parçalanamaması (tahrip edilememesi) özelliğinin bir sonucudur.

Algı ve Bilgi

Duyular, ruhla dış objelerin etkisiyle oluşturulan değişimlerdir. Çünkü ruh atomları ancak diğer atom­larla temasla etkilenebilirler. Bir şeyin tatlılığı, bir şeyin sıcaklığı veya rengi bizim o şeye verdiğimiz sıfatlardır. Tatlı, acı gibi algılanan şeyler gerçekte atomlarda mevcut değildir. Var olan sadece atom­lar ve boşluktur. Algıladığımız şeyler ise sadece atomların büyüklüğü, biçimi gibi etkenlerin sebep olduğu etki sonucudur. Örneğin, «tatlı» duyusu, yu­varlak ve pek büyük olmayan atomlara bağlıdır. Bu nedenle de duyular sübjektiftir. Demokritos bu konudaki görüşünü şöyle bağlıyor. «Duyularımızla hiç­bir şey bilemeyiz ve gerçeğe bu yolla ulaşamayız. Çünkü gerçek derinliklerdedir.»

Renk de aynı şekilde objektif bir nitelik değildir ve atomun büyüklük, biçiminden çok, maddeleri meydana getiren atomların boşluk içindeki yerine ve düzeyine bağlıdır. Örneğin, «beyaz» duyusu, düz ve pürüzsüz atomlardan, yani gölgeye sebebiyet ver­meyen atomlardan dolayı meydana gelir. «Siyah» ise, yuvarlak ve pürüzlü atomların etkisi sonucu doğar diğer renkler ise çeşitli karışımlardan meydana ge­lir.

Diğer Görüşleri

Demokritos hastalıklar ve nedenleri konusunda, hastalık belirtileri ve diyet (gıda rejimi konusunda) yazılar yazmıştır. Nabzı keşfetmiş ve bunu «da­marların atışı» şeklinde tanımlamıştır.

Doğmamış çocuğun ana rahminde plasentayı emerek beslendiğini ve bunun sonucu olarak da doğ­duktan sonra ana memesi ağzına verildiğinde kolaylıkla emebildiğini ileri sürmüştür.

Demokritos, salgın hastalıkların gök cisimlerinin patlaması sonucu, bunları meydana getiren atom­ların yere düşmesiyle oluştuğunu söylemiştir. Gök­lere ait olan bu atomlar, tabi ki insanların düşmanıdır, fikrini öne sürmüştür.

Yazar Hakkında

admin